13 Şubat 2010 Cumartesi

SİGARA BAĞIMLILIĞI: KORKUTSAK DA MI BIRAKTIRSAK?

Sigara bağımlılığı, Dünya Sağlık Örgütü tarafından insan eliyle ortaya çıkan ve önlenmesi mümkün olan bir epidemi olarak ele alınmaktadır. DSÖ’nün verilerine göre 21.yy.da tütün ve tütün mamullerine bağlı hastalıklar neticesinde 1 milyar insanın hayatını kaybedebileceği ifade ediliyor. Türkiye ise en çok sigara içilen ülkeler arasında 10.cu sırada yer alıyor.


19 Temmuz 2009 tarihinde ‘Dumansız Hava Sahası’ genişletilerek, “tüm ortak kapalı alanlarda” tütün ve mamullerinin kullanımı yasaklandı. Sağlık Bakanlığı’nın olumlu bir girişimle başlattığı bu kampanya ile ilgili bazı noktalara dikkat çekmekte fayda var. Her ne kadar kampanyanın ana hedeflerinden biri aktif içicilerin oranını azaltmak gibi görünmese de, hedef kitlelerinden biri de bu kitle. İşte bu noktada, kişinin sigara bağımlısı olmasına etki eden diğer etmenleri, yani psikolojik, sosyal, çevresel ve hatta genetik faktörleri analiz etmek gerekiyor.




Sosyal iletişim kampanyalarının zayıf yönü; tüm bireyleri kendi davranışlarından sorumlu, rasyonel bireyler olarak kabul etmesi ve mesajların “sigara akciğer kanserine neden olur” gibi kanıtlanmış olgulardan hareket etmesidir. Öyleyse birey neden kendisine zarar verdiğini bile bile sigara içmeye devam eder? Sosyal iletişim kampanyaları ile bu soruya tatminkâr bir yanıt vermek çok da mümkün değildir. Farkındalık yaratma hedefine ulaşılsa da, “bağımlılık” söz konusu ise tutum ve davranış değişikliği istenilen oranda sağlanamaz.
Sağlıkla ilgili kampanyalarda insanlardan keyif aldıkları alışkanlıklarını bırakmaları istenir ve bu amaçla da korku güdüsüne sıklıkla başvurulur. Yapılan araştırmalar düşük düzeyde korku güdüsünün kullanılmasının, orta ya da yüksek düzeyde korku güdüsünün kullanılmasından daha etkili olduğu ortaya konulmuştur. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki, korku faktörünün tek başına kullanılması, mesajın alıcılarını korkutmakla kalmakta, tutum ve davranışta beklenen etkiyi yaratamamaktadır. Korku güdüsünü kullanılırken, mesajda bahsedilen olumsuz sonuçların nasıl azaltılabileceği ya da giderilebileceği anlatılmalı; örneğin sigara bağımlılığından kurtulmak için kişinin ne yapması gerektiği, kime, nasıl başvuracağını, bunun kişiye maliyetinin ve devletin bu konudaki katkısının ne olabileceği anlatılırsa korku güdüsüne başvurmak işe yarayabilir. Yani kişiye korkusunun yerine koyacak bir “şey” vermeniz gerekir. Kanada’daki uygulamalarda olduğu gibi sigara paketlerinin üzerine akciğer kanserine yakalanmış bir hastanın katran kaplı akciğerlerinin fotoğrafını koymak ya da sigara paketlerinin üzerine “Sigara öldürür” gibi ibarelerin konması da “bağımlılık” gibi bir konuda arzu edilen tutum ve davranış değişikliğine bizi götürmez. ‘Dumansız Hava Sahası’ kampanyasında olduğu gibi pozitif duygulara seslenen mesajlar ile mesaja itaat edilmesi, mesajın kabul edilmesi daha yüksek oranda olabilmektedir Ancak bu strateji daha çok ticari reklamlar için geçerlidir.

Kitle iletişimi kampanyaları ya da sosyal iletişim kampanyaları etkili değildir diyemeyiz ancak gelişmiş ülkelerde bireysel davranışları değiştirmekten; sosyal, politik, fiziksel çevreyi değiştirmeye çoktan geçildi. Bunu da en iyi sağlayabilecek yöntemlerin başında medyada savunuculuk (media advocacy) geliyor. Medyada savunuculuk bir sağlık iletişimi yöntemidir ve kişinin riskli davranışını değiştirmeye değil de konunun bir kamu sağlığı sorunu olarak ele alınmasına ve bu yolla da sosyal değişim çabalarına yönelir.

İster aktif, isterse pasif içicilik söz konusu olsun; en az saldırgan pazarlama ve iletişim stratejilerini kullanan sigara firmaları kadar sofistike stratejilerle bu kamu sağlığı sorunu ile mücadele edilmelidir.

Hiç yorum yok: