Aşağıdaki yazım Workshop Dergisi'nin Mart-Nisan 2012 sayısında yayınlanmıştır, kaynak gösterilmeden kullanılmaması rica olunur...
İlacı bir ürün olarak diğerlerinden ayıran en önemli özelliği hayat
kurtarabilmesinin yanı sıra kimi zaman da yan etkiler, kontrendikasyon (karşıt
etki) ve etkileşim nedeni ile de zarar verebilme olasılığını içermesidir. İlaç,
yine aynı şekilde diğer hizmet alanlarından "ikame edilemez" ve
"ertelenemez" özelliği ile ayırt edilmesi gereken sağlık hizmetinin
bir segmenti olması nedeniyle de son derece hassas üretim, pazarlama ve
iletişim stratejilerine sahip olmalıdır. Bu noktadan hareketle günümüz iş
dünyasının olmazsa olmaz stratejik bir konsepti haline gelen ve ilaç sektöründe
de artan uygulamalarla karşımıza çıkan kurumsal sosyal sorumluluk (KSS) uygulamalarının
altında yatan nedenlerin ve etkilerinin değerlendirilmesinin de yine bu temel
üzerine inşa edilmesi gereklidir.
Maddesel
olmayan değerlerin yükselmeye başlaması ile birlikte günümüzde toplum
üyelerinin "sorumlu kurumsal vatandaş"tan beklentilerinin de
arttığını görmekteyiz. Bu beklentilerin yanı sıra ilaç şirketlerinin kriz
yönetiminde yaşadıkları zorluklar ve itibarlarının sıklıkla sorgulanarak
eleştirilerin hedefi olmaları da sektörde KSS uygulamalarının artmasında önemli
bir etken olmuştur. Eleştirilerin yüksek kâr oranı, fiyat sabitleme, hayvanlar
üzerinde deney yapılması, araştırma yöntemleri (örn. verilerin manipülasyonu),
gereksiz ilaç geliştirme sonucu aşırı tüketime yöneltme ve çevreye yönelik
endişeler gibi konular üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir. Ayrıca bir diğer
önemli eleştiri noktası da ilaca ulaşamayan kitlelerin varlığıdır. Öyle ki Winslow'un
"kadınlar ve erkekler hastalandılar
çünkü yoksullar, hasta oldukları için daha yoksul hale geldiler ve daha yoksul
oldukları için de daha da hasta haldeler" sözünün nasıl bir kısır
döngüyü beslediği bu eleştirileri yapanlar tarafından sıklıkla
vurgulanmaktadır.
Genel olarak baktığımızda bugün tanımı, nasıl veya niçin uygulandığı konusunda çeşitli tartışmaların öznesi durumundaki KSS kavramı kapsamında çoğunlukla toplumun iş dünyasından zorunluluk kapsamındaki beklentilerinin (ki burada asıl olan hukuk kurallarıdır, yani yasal zorunluluklar kastedilmektedir) ele alındığı görülmektedir. Ancak KSS daha ziyade "sorumlu bir vatandaşlık" kapsamındaki daha az zorunluluk içeren, çoğunlukla etik boyut kapsamındaki beklentilerinin ve arzu edilen taleplerinin (bağış severlik gibi) karşılanmasını içeren bir anlayışı işaret etmelidir. KSS kavramının "gönüllülük esasına" dayalı olması göz önünde bulundurulduğunda (ki örneğin Avrupa Birliği Komisyonu'nun KSS tanımlamasında vardır) yasal zorunlulukların bu kapsamda ele alınması bir yanılsama yaratmaktan öteye geçmez. Yasal zorunlulukların ve etik kuralların kimi zaman aynı potada eritilmesi, işletmelerin yasal zorunluluklarını yerine getirmelerini etik kurallar başlığı altında "hafifletmeleri" sonucunu doğurabilmektedir. Etik ilkelere uyulmamanın yaptırımı hiç şüphesiz ki hukuk kurallarına uymamanın yaptırımı ile aynı değildir. İlaç sektörünün de yasal zorunluluklarını yerine getirmesi hiç şüphesiz ki içinde bulunduğu topluma karşı birincil sorumluluğudur ve sağlık hakkının yerine getirilmesine katkı sağlamalıdır. Bu noktada kârın maksimizasyonu hukuk kuralları içinde, gönüllülük esasına dayalı KSS uygulamalarında ise kârın maksimizasyonu etik kurallar çerçevesinde değerlendirilmelidir. İkincinin, birinciye aykırı olamayacağı da unutulmamalıdır.
Öte yandan
yoğunlaşan rekabet ve ülkemizde olduğu gibi devletin sağlık harcamalarında
kısıntıya gitmesi ve yeni fiyat uygulamaları gibi nedenlerden dolayı ilaç
sektöründe KSS uygulamalarının stratejik olarak yeni iş modellerinin kapsamında
yer aldığını görmekteyiz. Bu gelişmelerin ışığında "paydaş yönetimi"
de (stakeholder management) KSS
uygulamalarının odak noktasında yerini almaktadır. İngilizce'de 'stakeholder' kelimesi, "çıkarı
elinde tutan, çıkar sahibi" kökenine dayanmaktadır ve Türkçe literatürde
'paydaş' olarak kullanılmaktadır. Freeman'ın 2011 yılında ülkemizde verdiği
konferansın ardından "Paydaş Kuramı" (Stakeholder Teori) ile ilgili çeşitli kesimlerde rastladığımız
tartışmalarda işte bu "çıkar sahibi" kökeni üzerinde pek durulmamıştı.
Paydaş yönetiminin mantığında teknolojik, ekonomik, hukuki, sosyo-kültürel ve
siyasi alanlarda hareket eden paydaşların amaçlarına ulaşabilmek için işletmeye
yaslandıkları yer alır. Buna karşılık işletme de paydaşlar tarafından sağlanan
"kaynaklara" yaslanmaktadır. Özellikle de paydaş dikkatinin yoğun
olduğu ilaç sektöründe sağlığın bir insan hakkı olması nedeniyle paydaşlar
arasında çıkarın (ve tabii ki etkinin) yönetilmesi stratejik ama aynı zamanda
da etik bir çabaya ihtiyaç göstermektedir. Paydaşlarının taleplerine ve
ihtiyaçlarına kulak vererek onlarla diyalog kurmaya çalışan işletmeler hem
sosyal sorumluluk çerçevesini belirlemekte, hem de paydaş yönetimi ile bir
anlamda sorun/risk yönetimini yerine getirmiş, böylelikle de kurumsal
sürdürülebilirliklerini sağlamış olmaktadırlar. Öyle ki aktif, iyi ve yeterli
derecede bilgilendirilmiş ve eleştirel yaklaşıma sahip paydaşlarla kurulacak
diyalog, işletmenin uzun vadeli stratejik yatırımıdır.
Her ne kadar
kapitalizm ve neo-liberal ekonomi mantığında KSS uygulamaları açısından niyete
değil, nicel bir anlayış ile sonuca odaklanan Utilitarian (Yararcı)
etik anlayış oldukça uygun olsa da, ilaç sektörünün giriş kısmında da açıklamaya
çalıştığımız nedenlerden ötürü sahip olduğu bu önemli sorumluluğu, Kant'ın niyeti
çıkış noktası olarak aldığı ve ahlâki yükümlülüğe dayanan 'ödev etiği' ile bir
nebze de olsa KSS uygulamalarına yansıtmasını beklemek, sektörün uzun vadede
itibarına olumlu yansıyacağını anlatabilmek gerekiyor...
Sorunun değil
çözümün parçası olma anlayışı ile hareket ederek başta sağlıksızlığın
nedenlerine samimiyetle odaklanan, girdi
ve çıktıların dengesine dikkat eden, etik boyutu özellikle de "sosyal
hesap verebilirlik" açısından değerlendiren, KSS uygulamalarını sadece hegemonyayı
sürdürmeye yönelik "zamane propagandası" olarak değil de birlikte var olabilmenin bir yöntemi
olarak görebilen ilaç sektörü hiç şüphesiz ki hem kendi itibarına hem de
topluma en büyük katkıyı sağlayacaktır.
Kaynakça
Klaus M. Leisinger, "The Corporate Social Responsibility of the Pharmaceutical Industry: Idealism Without Illusion and Realism Without Resignation", Business Ethics Quarterly (2005) 15: 577-594.
Linda
O'Riordan ve Jenny Fairbass, "Corporate
Social Responsibility (CSR): Models and Theories in Stakeholder Dialogue",
Journal of Business Ethics, (2008)
83: 745-758.
İnci
Çınarlı, Stratejik İletişim Yönetimi,
İstanbul: Beta Yayınları, 2009.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder