16 Ekim 2012 Salı

SAĞLIK İLETİŞİMİ VE "BİLGİ AÇIĞI"


            Aşağıdaki yazım Workshop Dergisi'nin Eylül-Ekim 2012 sayısında yayınlanmıştır. Kaynak gösterilmeden kullanılmaması rica olunur...
 
Kıt kaynaklara sahip insanların sağlık ve yaşam standartları açısından önem taşıyan finansal, tıbbi, teknik vb. enformasyonları yeterince elde edememesi bugün dahi çok önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bilginin ve enformasyonun toplumda eşit olarak dağılmamış olduğu bir gerçek. Öncelikle “bilgi” ve “enformasyon” arasındaki ayırıma dikkati çekelim. Prof.Dr. Aydın Uğur’un “Kültür Kıtası Atlası” adlı kitabında ifade ettiği gibi enformasyon; “herhangi bir işlemden geçen ve bir dökümün, bir dizinin vb. içine yerleşen veridir”. Öte yandan “olgulara ilişkin bir önermeler kümesi ya da fikirler kümesi söz konusuysa, bu küme düzenliyse, usa dayalı bir yapı ya da deneysel bir bulgu sunuyorsa ve sistematik bir biçimde ilerliyorsa o zaman bu, bilgidir”. Dolayısıyla “DIKW (Data, Information, Knowledge, Wisdom) Hierarchy” diye bilinen ve “Veri, Enformasyon, Bilgi, Bilgelik” diye tercüme edebileceğimiz sıralama karşımıza çıkıyor. Örneğin medyadan ya da Google arama motorundan bilgi değil, enformasyon elde ederiz. Bu iki kavram arasındaki ayırımı yaptıktan sonra sağlık iletişimi açısından “Bilgi Açığı”nın ne anlama geldiğini ve bu açığın nasıl kapatılabileceğine bir göz atalım.
 
“Bilgi Açığı Hipotezi” ya da “Bilgi Uçurumu Hipotezi”(“Knowledge Gap Hypothesis”) 1970 yılında Tichenor, Donohue ve Olien isimli üç sosyolog tarafından ortaya atılmıştır. Bu hipoteze göre kitle iletişimi enformasyonunu bir sosyal sistem içinde yayılması arttıkça (örn. medya kampanyaları ile) popülasyonun daha yüksek SES’e (Sosyo-Ekonomik Statü) sahip grupları bu enformasyonu daha düşük SES’e sahip olanlara oranla hızlı elde eder ve daha fazla fayda sağlarlar. Sistemdeki enformasyonu arttırmak bu gruplar arasında zaten var olan farklılıkları daha da arttırır. “Enformasyona sahip olmayanlar” (information have nots) sahip oldukları enformasyonu (ve dolayısıyla çoğunlukla bilgilerini) arttırırlar ama“enformasyona sahip olanlar” (information haves) bu enformasyonu çok daha yüksek düzeyde elde ederler. “Enformasyona sahip olanlar” okuma ve anlamada iletişim becerilerine, daha çok hafızada saklanan enformasyona, yeni enformasyonu anlayacak kapasite ve artan farkındalığa, örneğin bir sağlık sorununu tartışabilecek kişilerle daha uygun sosyal ilişkilere, seçici maruz kalma, kabul etme ve daha önceki farkındalıklardan elde edilen mesajların saklanması gibi özelliklere sahiptirler. “Enformasyona sahip olmayanların” ise iletişim becerileri çok azdır, okuma yetenekleri genelde düşüktür ve bir “enformasyon gettosu” içine hapsedilmişlerdir. Enformasyon sistemleri genellikle kapalıdır, dışarıyla irtibat genellikle kitle iletişimi yoluyla kurulur ki bu da tek yönlüdür, mezenformasyon (kasti olmayan hatalı ya da eksik enformasyon) yaygındır, içeriden elde edilen enformasyon kabul görür ve benzer şekilde diğer topluluklara yayılır.
 

Bu hipotez, medyada yayınlanan kampanyaların sosyal problemleri çözmeye yarayan “her derde deva” bir özelliği olduğu fikrine karşı çıkar. Medyanın bireyler üzerindeki etkisini biçimlendirmede sosyal çevrenin rolüne dikkati çeken ilk medya araştırmalarından biri olan bu çalışma sonucunda eğitim seviyesinin enformasyon edinmeyi ve enformasyondan yararlanmayı kolaylaştırırken, aynı zamanda da iletişim yeteneğini de arttırdığı ortaya konulmuştur. Kitle iletişim araçları bu araçlardan yararlanma olanağı bulunan kesimlerin enformasyona ulaşmalarını kolaylaştırırken, bu araçlardan yararlanma olanağı bulunmayan kesimlerle arasındaki bilgi açığını arttırmaktadır. “Bilgi Açığı Hipotezi” üç değişken içerir: belli bir ortamda kitle iletişimi duyurusunun düzeyi, bireylerin eğitim düzeyleri ve belirli bir konuda bireylerin bilgi düzeyi. Bu hipoteze karşı hiç şüphesiz ki eleştiriler de getirilmiş, yapılan araştırmalarla farklı değişkenler kullanılarak hipotez çürütülmeye çalışılmış ve önemli gelişmeler de kaydedilmiştir. Ancak hipotez günümüzde halen tartışılmaya devam etmekte, üzerinde yeni sınamalar yapılmaktadır.
 
Ettema vd.’nin sağlık enformasyonu kampanyalarında bilgi açığının etkileri üzerine yaptıkları araştırmada (1983) kitle iletişimi yoluyla bir sisteme aktarılan enformasyonun bilgi açığını kapatabileceği gibi, bu açığı daha da genişletebileceği ortaya konulmaktadır. Belirli bir konu hakkındaki enformasyonu elde etmedeki motivasyonun ya da ilginin, bilgi açığında eğitimden de önemli bir anahtar aracı olduğu, hatta açığın etkilerini kontrol edecek etmen olduğu belirtilmektedir. Örneğin kalp ve damar hastalıklarına yönelik enformasyon arama motivasyonundaki yaş ve kalp krizi geçirme tehdidi kriterlerinin, kampanya öncesinde değil de kampanya sonrasında bilgi edinme konusunda önemli bir belirleyici olduğu ortaya konulmuştur. Öte yandan bu hipoteze getirilen diğer eleştirilerde veya yeni araştırmalarda Ettema vd.’nin ortaya koydukları gibi motivasyon, tehdit ve konuyla ilgili olmanın yanı sıra bilişsel “şemalar” gibi psikolojik faktörler, ırk ve toplumsal cinsiyet, medyanın gücü ve kontrolü de dikkate alınmaktadır. Ayrıca kişinin geliri, mesleği ve toplumda bilimsel içerikli haberlere verilen önemin az olması da önemli bir etken olarak gösterilmektedir.
 
Yukarıda belirtilen noktaları göz önünde bulundurduğumuzda farklı kriterlerin etkili olduğu toplumdaki sağlıkla ilgili enformasyon açığını kapatmanın tek bir reçetesinin olmadığı açıkça anlaşılıyor. Mc Luhan’ın “karşınızdaki söylediklerinizi duymadıysa, aslında siz bir şey söylememişsinizdir” sözü, doğru hedef kitlelere, doğru strateji ve araçlarla enformasyon iletmenin sağlık iletişiminde arzu edilen bilgi, tutum ve davranış değişikliklerine neden olacağını bize hatırlatmalıdır. Sağlıkla ilgili enformasyona sahip olanlar ve olmayanlar arasındaki “bilgi açığını” gidermede eğitimin yanı sıra geleneksel medyanın yanı sıra internet ve sosyal medyanın da etkin kullanımı, bu teknolojilere ulaşımın sağlanması ve maliyetinin düşürülmesi, etkilerinin ölçümlenmesi, içeriklerin niceliğinin değil niteliğinin ön plana çıkarılması üzerinde durulması gereken noktalardır. Kişiler arası iletişim de hiç şüphesiz ki bu açığı kapatmada halen önemli bir strateji olmaya devam edecektir. Toplumdaki “sağlık enformasyonu arayanların” (health information seekers) oranını arttırmak, bunu yaparken de enformasyon yoksullarının bireysel, çevresel koşullarını geliştirmek ve onları enformasyon varsılı haline getirmek hedeflenmelidir.
 

Kaynakça





Karen Glanz, Barbara K. Rimer ve K. Viswanath, Health Behaviour and Health Education: Theory, Research and Practice, CA: Jossey-Bass, 2008.
 
Aydın Uğur, Kültür Kıtası Atlası, İstanbul: YapıKredi Yayınları, 2002.
 
İnci Çınarlı, Sağlık İletişimi ve Medya, Ankara: Nobel Yayınları, 2008.

 


Hiç yorum yok: