Aşağıdaki yazım Workshop
Dergisi'nin Eylül-Ekim 2012 sayısında yayınlanmıştır. Kaynak gösterilmeden
kullanılmaması rica olunur...
Kıt kaynaklara sahip insanların sağlık ve yaşam standartları açısından
önem taşıyan finansal, tıbbi, teknik vb. enformasyonları yeterince elde
edememesi bugün dahi çok önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bilginin ve enformasyonun toplumda eşit olarak dağılmamış olduğu bir gerçek.
Öncelikle “bilgi” ve “enformasyon” arasındaki ayırıma dikkati çekelim. Prof.Dr.
Aydın Uğur’un “Kültür Kıtası Atlası” adlı kitabında ifade ettiği gibi
enformasyon; “herhangi bir işlemden geçen ve bir dökümün, bir dizinin vb. içine
yerleşen veridir”. Öte yandan “olgulara ilişkin bir önermeler kümesi ya da
fikirler kümesi söz konusuysa, bu küme düzenliyse, usa dayalı bir yapı ya da
deneysel bir bulgu sunuyorsa ve sistematik bir biçimde ilerliyorsa o zaman bu,
bilgidir”. Dolayısıyla “DIKW (Data, Information, Knowledge, Wisdom) Hierarchy”
diye bilinen ve “Veri, Enformasyon, Bilgi, Bilgelik” diye tercüme
edebileceğimiz sıralama karşımıza çıkıyor. Örneğin medyadan ya da Google arama
motorundan bilgi değil, enformasyon elde ederiz. Bu iki kavram arasındaki
ayırımı yaptıktan sonra sağlık iletişimi açısından “Bilgi Açığı”nın ne anlama
geldiğini ve bu açığın nasıl kapatılabileceğine bir göz atalım.
“Bilgi Açığı Hipotezi” ya da “Bilgi Uçurumu Hipotezi”(“Knowledge Gap
Hypothesis”) 1970 yılında Tichenor, Donohue ve Olien isimli üç sosyolog
tarafından ortaya atılmıştır. Bu hipoteze göre kitle iletişimi enformasyonunu
bir sosyal sistem içinde yayılması arttıkça (örn. medya kampanyaları ile)
popülasyonun daha yüksek SES’e (Sosyo-Ekonomik Statü) sahip grupları bu
enformasyonu daha düşük SES’e sahip olanlara oranla hızlı elde eder ve daha
fazla fayda sağlarlar. Sistemdeki enformasyonu arttırmak bu gruplar arasında
zaten var olan farklılıkları daha da arttırır. “Enformasyona sahip olmayanlar”
(information have nots) sahip oldukları enformasyonu (ve dolayısıyla çoğunlukla
bilgilerini) arttırırlar ama“enformasyona sahip olanlar” (information haves) bu
enformasyonu çok daha yüksek düzeyde elde ederler. “Enformasyona sahip olanlar”
okuma ve anlamada iletişim becerilerine, daha çok hafızada saklanan
enformasyona, yeni enformasyonu anlayacak kapasite ve artan farkındalığa,
örneğin bir sağlık sorununu tartışabilecek kişilerle daha uygun sosyal
ilişkilere, seçici maruz kalma, kabul etme ve daha önceki farkındalıklardan
elde edilen mesajların saklanması gibi özelliklere sahiptirler. “Enformasyona
sahip olmayanların” ise iletişim becerileri çok azdır, okuma yetenekleri
genelde düşüktür ve bir “enformasyon gettosu” içine hapsedilmişlerdir.
Enformasyon sistemleri genellikle kapalıdır, dışarıyla irtibat genellikle kitle
iletişimi yoluyla kurulur ki bu da tek yönlüdür, mezenformasyon (kasti olmayan
hatalı ya da eksik enformasyon) yaygındır, içeriden elde edilen enformasyon
kabul görür ve benzer şekilde diğer topluluklara yayılır.
Bu hipotez, medyada yayınlanan kampanyaların sosyal problemleri çözmeye
yarayan “her derde deva” bir özelliği olduğu fikrine karşı çıkar. Medyanın
bireyler üzerindeki etkisini biçimlendirmede sosyal çevrenin rolüne dikkati
çeken ilk medya araştırmalarından biri olan bu çalışma sonucunda eğitim
seviyesinin enformasyon edinmeyi ve enformasyondan yararlanmayı kolaylaştırırken,
aynı zamanda da iletişim yeteneğini de arttırdığı ortaya konulmuştur. Kitle
iletişim araçları bu araçlardan yararlanma olanağı bulunan kesimlerin
enformasyona ulaşmalarını kolaylaştırırken, bu araçlardan yararlanma olanağı
bulunmayan kesimlerle arasındaki bilgi açığını arttırmaktadır. “Bilgi Açığı Hipotezi”
üç değişken içerir: belli bir ortamda kitle iletişimi duyurusunun düzeyi,
bireylerin eğitim düzeyleri ve belirli bir konuda bireylerin bilgi düzeyi. Bu
hipoteze karşı hiç şüphesiz ki eleştiriler de getirilmiş, yapılan
araştırmalarla farklı değişkenler kullanılarak hipotez çürütülmeye çalışılmış ve
önemli gelişmeler de kaydedilmiştir. Ancak hipotez günümüzde halen tartışılmaya
devam etmekte, üzerinde yeni sınamalar yapılmaktadır.
Ettema vd.’nin sağlık enformasyonu kampanyalarında bilgi açığının
etkileri üzerine yaptıkları araştırmada (1983) kitle iletişimi yoluyla bir
sisteme aktarılan enformasyonun bilgi açığını kapatabileceği gibi, bu açığı
daha da genişletebileceği ortaya konulmaktadır. Belirli bir konu hakkındaki
enformasyonu elde etmedeki motivasyonun ya da ilginin, bilgi açığında eğitimden
de önemli bir anahtar aracı olduğu, hatta açığın etkilerini kontrol edecek
etmen olduğu belirtilmektedir. Örneğin kalp ve damar hastalıklarına yönelik
enformasyon arama motivasyonundaki yaş ve kalp krizi geçirme tehdidi
kriterlerinin, kampanya öncesinde değil de kampanya sonrasında bilgi edinme
konusunda önemli bir belirleyici olduğu ortaya konulmuştur. Öte yandan bu
hipoteze getirilen diğer eleştirilerde veya yeni araştırmalarda Ettema vd.’nin
ortaya koydukları gibi motivasyon, tehdit ve konuyla ilgili olmanın yanı sıra
bilişsel “şemalar” gibi psikolojik faktörler, ırk ve toplumsal cinsiyet,
medyanın gücü ve kontrolü de dikkate alınmaktadır. Ayrıca kişinin geliri,
mesleği ve toplumda bilimsel içerikli haberlere verilen önemin az olması da
önemli bir etken olarak gösterilmektedir.
Yukarıda belirtilen noktaları göz önünde bulundurduğumuzda farklı
kriterlerin etkili olduğu toplumdaki sağlıkla ilgili enformasyon açığını
kapatmanın tek bir reçetesinin olmadığı açıkça anlaşılıyor. Mc Luhan’ın
“karşınızdaki söylediklerinizi duymadıysa, aslında siz bir şey
söylememişsinizdir” sözü, doğru hedef kitlelere, doğru strateji ve araçlarla
enformasyon iletmenin sağlık iletişiminde arzu edilen bilgi, tutum ve davranış değişikliklerine
neden olacağını bize hatırlatmalıdır. Sağlıkla ilgili enformasyona sahip olanlar
ve olmayanlar arasındaki “bilgi açığını” gidermede eğitimin yanı sıra
geleneksel medyanın yanı sıra internet ve sosyal medyanın da etkin kullanımı,
bu teknolojilere ulaşımın sağlanması ve maliyetinin düşürülmesi, etkilerinin
ölçümlenmesi, içeriklerin niceliğinin değil niteliğinin ön plana çıkarılması
üzerinde durulması gereken noktalardır. Kişiler arası iletişim de hiç şüphesiz
ki bu açığı kapatmada halen önemli bir strateji olmaya devam edecektir.
Toplumdaki “sağlık enformasyonu arayanların” (health information seekers)
oranını arttırmak, bunu yaparken de enformasyon yoksullarının bireysel,
çevresel koşullarını geliştirmek ve onları enformasyon varsılı haline getirmek
hedeflenmelidir.
Kaynakça
Karen Glanz,
Barbara K. Rimer ve K. Viswanath, Health Behaviour and Health Education:
Theory, Research and Practice, CA: Jossey-Bass, 2008.
Aydın Uğur,
Kültür Kıtası Atlası, İstanbul: YapıKredi Yayınları, 2002.
İnci Çınarlı, Sağlık İletişimi ve
Medya, Ankara: Nobel Yayınları, 2008.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder